Elimdeki
kitabın kapağını yavaşça kapatırken aklım yıllar önce okumuş olduğum başka bir
eserin sevdiğim sözlerine gidiyor: “Gökyüzü geniş, hayat kısa, hayaller
sonsuzken yol özgürlüktü.” (Kerouac, 2017) . Sonsuz ihtimallerle
dolu olan yol, hızla giden bir arabanın dikiz aynasına yansırken yaşadıklarımı
ve hayattaki yol ayrımlarını hatırlatır bana. Yaşamın bir anlamı olduğuna
inanan ben, en çok da yoldayken bu anlamı bulmaya yakın olduğumu düşünürüm. Bir
otobüsün puslu camından yıldızları seyrederken, gecenin en karanlık anına bir
uçakta şahit olurken, gün batımı kızıllığının sonsuz deniz maviliğiyle buluşmasını
bir vapurun güvertesinden izlerken, yağmur damlalarının tren raylarına usulca
düşüşünü seyrederken, çoğunlukla da dümdüz asfaltın üzerinde hızla giden
arabalarda çalan şarkılara eşlik ederken hayatın yaşamaya değer olduğunu
hissederim. İşte yıllar önce okuduğum bir kitabı aklıma düşüren de beni
yatağımdan dahi kaldırmadan yoldaymışım gibi hissettirebilen de Paulo
Coelho’nun usta kaleminden çıkmış Hippi adlı eseri oldu.
Yazar,
1970’li yılları kasıp kavuran hippi akımını gerçekçi bir şekilde aktarmış ve eserini
etkileyici betimlemelerle zenginleştirerek dönemin özgür ruhunu yansıtmış bu
kitapta. Belki de bu nedenle Coelho, beni yerimden bile kaldırmadan farklı
şehirleri ve kültürleri tanımamı, dönemin hippi akımına uyarak benliğimi bulmak
için seyahat ettiğimi düşünmemi sağladı. Yolda nelerle karşılaşacağını
bilmemenin verdiği belirsizlik ve bu belirsizliğin beraberinde getirdiği
özgürlük duygusu, sayfaları çevirdikçe içime işlerken saçlarım rüzgarla
savrulmuş gibi oluyorum. Bilinmezliklerle dolu bir yola çıkmanın, hiçbir zaman
ters gitmeyecek tek plan olan plansızlığın, bu plansızlığın önderliğinde yeni
yerler keşfetmenin, bir daha göremeyeceğini bildiğin inanlarla tanışmanın,
kimliksizler arasında dolaşırken kimliğini bulmaya çalışmanın yaşamak olduğunu
ve yaşamın bekletmeye gelmediğini bu kitapla fark ediyorum.
Yaşam
sadece yolda olanlar için var, onu yakalamaya çalışırken “Bugün hayatının geri
kalanının ilk günü” (Coelho, 2018, s. 81) düşüncesiyle hızlı
yaşayanlar için, dünyanın hızına yetişmek amacıyla ardından koşanlar ve
yetişemeyeceğini bildiği halde asla kovalamayı bırakmayanlar için. Hem zaten
ruhlarındaki coşkuyu bedenlerine sığdıramayanların kendilerini şu küçücük
dünyaya sığdırmaları nasıl beklenebilirdi ki? Yollarda olmaktan ve yolun içinde
barındırdığı tüm ihtimalleri göze almış olmaktan başka çare var mıydı onlar
için? İşte bu noktada kitabı daha iyi anlıyorum: kendilerini bulmaya
çalışanların öyküsünde kendimi buluyorum, onlar kadar cesur olamasam da.
Coelho’nun
hippi arkadaşların serüvenini konu edindiği bu kitap, bende yollara düşme
isteği uyandırıyor. Bazen her şeyi geride bırakıp arkama bile bakmadan gitmek,
geçmişime dair her ayrıntıyı tozlu raflara kaldırarak unutmak ve kimsenin beni tanımadığı
yerlerde her gün yeni başlangıçlar yapmak istiyorum. Bazen geçmişle, şimdiyle
ve gelecekle yüzleşmek zor geliyor, tükendiğimi hissederek daha çok uzaklaşma
ihtiyacı hissediyorum. Bazen ne yapacağımı bilemiyor, her şeyi bırakıp
gidemeyecek kadar yorgun ve korkak olduğumu fark ediyorum. Hayat işte, bazen
beni öyle noktalara sürüklüyor ki tek başıma yola çıkmanın mı hiçbir şey
yapmadan yoldan geçenleri izlemenin mi daha zor olduğunu kestiremiyorum.
Biliyorum
ki geçmişi unutmak yalnızca yoldayken mümkün; harekete odaklanarak, geriye
dönüp bakmayarak, çünkü zaten o yoldan çoktan geçip gitmiş olmanın bilincinde
olarak ilerleyebilir insan. Böyleleri için yoldayken ölüm yok, dert yok,
düşünmek yoktur, sadece önünde kilometrelerce uzanan bir boşluk ve yüreklerindeki
coşkuyu yollara dökmenin heyecanı vardır. İşte o heyecanı yaşama isteği nefes
almaktan bunaldığım zamanlarda yakamı bırakmıyor, yolların unutturucu gücünü
hissetmek, yeni yerlerin havasını solumak istiyorum. Bir bavula bile ihtiyaç
duymadan yollara düşme isteği yükseliyor içimde, geçmişten geleceğe birkaç
parça eşya bile taşımadan.
Yolların
iyileştirici gücüne inanıyorum; yollar, insana verilmiş en büyük hediye olan
unutma yeteneğini keşfetme merakıyla harmanlayarak kendini bulma fırsatını veriyor
çünkü. Yolda olmanın her ne kadar insana iyi gelen bir yanı olsa da her şeyin
insanın kafasında bittiğini fark ediyorum. Yola çıkmak bir şeyleri unutmak için
bir araç yahut bir bahane olabilir ancak insan dünyanın öteki ucuna da gitse,
bir santim bile ilerlemiş olmayabilir bazen. Aklı, kalbi, ruhu başka yerlerde
kalmışken bedenin ilerlemesi gitmek demek midir her zaman? Böyle bir durumda
yollar insanın kendini bulması için bir araç olmuş mudur ki? Yaşamın anlamını
yollarda ararken insan kendi içinde de kaybolabilir, düşünceleri onu boğarken
ilerleyemez ki insan. Bu nedenle dünyanın öteki ucuna da gitsem aynı aklı ve
kalbi taşıdığımı, beni kaçıp gitmeye iten bütün duygu ve düşüncelerimden
sıyrılmadığım sürece yerimde sayacağımı fark ediyorum. Düşünceler ve duygular
geride bırakılmıyorsa yollarda kendini aramanın bir anlamı yok bence çünkü bulacağım
tek şey yine eski ben olacak.
Neden
sonra gözüm altını çizdiğim cümlelerden birine takılıyor: “Katillerin en kötüsü,
yaşam sevincimizi öldürendir.” (Coelho, s. 64) Yaşam
sevincini öldürme suçunu hep dünyaya ve yaşadığımız hayata atsak da tek katilin
insanın kendisi olduğunu düşünüyorum. Yaşama sevincini sadece insanın kendisi
öldürüp diriltebilir, yollar ise bu noktada umudu yeşertmek için bir araçtır ve
insan yollarda kendini bulmaya çalışırken yeniden doğabilir. Hayatın bir yol
olduğunu, bu yolun yalnızca yollardayken yaşamaya değer olduğunu bu kitapla
fark ediyorum ve diliyorum ki bir gün ben de bu yollarda adım atmadan da
yürüyebilir, bakmadan da görebilir ve kanatsız da uçabilirim. (Coelho, 2018) .
- Kerouac, J. (2017). Yolda (3. baskı). İstanbul: Siren Yayınları.
- https://www.kitapyurdu.com/kitap/yolda/410044.html&filter_name=yolda%20jack
- Coelho, P. (2018). Hippi (1. baskı). İstanbul: Can Yayınları.
- https://www.kitapyurdu.com/kitap/hippi-beyaz-kapak/463826.html&filter_name=hippi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder