17 Haziran 2020 Çarşamba

Rüzgârda Savrulan Ezgiler


Rüzgarın Şarkısını Dinle , Haruki Murakami - Fiyatı & Satın Al ...

Sayfalarını çevirdikçe hem kendimi kaybettiğim hem de kendimi bulduğum bir kitabın sonuna geldiğimde içime burukluk hissi yerleşiyor. Yazarın pamuk iplikleriyle bağlanmış karmaşık düşünceleri arasında zaman zaman yolumu kaybetsem de kitaptaki karakterlerin her birinde içimden bir parça buluyorum. Hayatın akışına kapılıp gitmiş olan insanların öykülerini paylaşan yazar, aynı zamanda onların sürekli olarak değişen düşüncelerini de yansıtıyor okuyucuya. Sahiden de öyle değil mi, bu hayatın durmak bilmeyen akışında sürüklenip giderken her an farklı şeyler dönmüyor mu kafamızda? Sürekli değişen düşünceler arasında savrulurken yaşadığımızı ve hayatı yaşamaya değer kılan şeyleri unutuyoruz bazen. İşte hayat rüzgârına kapılıp gitmişken boğulduğum düşünce denizlerini bana hatırlatan ve yolumu bulabilmem için hayatın benim için söylediği şarkıya kulak kesilmemi öğütleyen Haruki Murakami’nin Rüzgârın Şarkısını Dinle adlı kitabı oldu.
Yazarın anlık bir kararla oluşturmaya başladığı bu eser, yazıldıktan yıllar sonra basılmış. Kitabın belirli bir konusunun olmaması ise olayların nerede, ne zaman ve nasıl başladığını belirtmeden yaratılan belirsiz bir atmosferle sağlanmış. Raflarda yerini almaya başladığı andan itibaren oldukça merak ettiğim bu kitapta, Murakami diğer yazarlardan farklı olan üslubuyla ve yalın diliyle beni bilinmezliğe doğru sürüklerken bir kitap nasıl hem bu kadar hayatın içinden hem de dışından olabilir diye sorguluyorum. Bu noktada yazarın hayatın karmaşık döngüsüne dikkat çekmeye çalıştığını ve okuyucuyu gelecekte ne olacağına takılmaktan çok anı yaşamaya yönlendirmek istediğini düşünüyorum.  
Kitabın düzenli bir olay örgüsünün ve belirli bir sonunun olmayışı hayatın rüzgârıyla herkesi farklı yerlere savurmasını yansıtıyor adeta. Kendimi kaptırmış olduğum bu karmaşada hayallerim ve hayatın bana sundukları arasındaki koca boşlukları fark ediyorum, ben kendi planlarımı yapmışken hayatın beni sürüklediği noktalarda duraksıyor ve düşüncelerimle gerçek hayat arasındaki çatışmaya şahit oluyorum. Hayat rüzgârı belirsizlik şarkıları söylerken yaşamımı daha karmaşık kılıyor, ben düzensiz olay örgülerinin içinde kaybolmamaya çalışırken rüzgârsa yaşamı değerli kılan ve belirsizlik içinde devam etmemi sağlayan duyguları hatırlatıyor bana. Bu belirsizlik içinde belirli bir son arayışında olmanın ve bu kaygılarla anı yaşayamamanın hayatın heyecanını kaçırdığını fark ediyorum, tıpkı bu kitapta olduğu gibi.
Murakami yirmili yaşlardaki bir gencin hayat serüvenini konu alırken yılların asfalta düşen yaz yağmuru misali sessizce geçip gitmesini de vurguluyor. Kum saatinde yavaşça süzülen kum tanelerinin değeri bilinmiyor çoğu zaman, artık her şeyin sonuna gelindiğinde ve saati ters çevirme şansının olmadığını fark edince o tanelerin önemi daha iyi anlaşılıyor. Hayat da tıpkı o kum taneleri gibi önemsiz gözüken anlardan ibaret ve o anlar süzülüp giderken yaratmış olduğu kaygı, insanın göğsüne geç kalmışlık hissi yerleştiriyor. “Her saat başı yaşlandığımı hissediyorum” (Murakami, 2018, s. 64) ve bunun doğru oluşu beni anı yaşamaktan alıkoyuyor. Kum tanelerinin süzülüşünü engellemek için elimden bir şey gelmeyişi kaygılandırıyor beni. Bu noktada yazarın da benimle aynı kaygıları taşıdığını fark ediyorum, gençken ve daha önünde uzun yılların beklediğini düşünürken yaşlanma fikrinin kulağa ne kadar korkunç geldiğini düşünüyorum. Yüzleşmesi zor olan gerçeklerden biri de bu; günler geçmek bilmezken yılların geçip gitmesi, zaman kum misali ellerimden akarken anı yaşayamamış olmanın ardında bıraktığı izlerle baş başa kalmak belki de.
Belirsizliklerin arasında sürüklenip giderken düşünce çıkmazlarına giriyorum zaman zaman. Sona giden yolda her an farklı düşünceler kafamda dolanıyor, hayatın belirsiz oluşu beni daha da çok düşündürüyor, çok düşünmekse hayatımı daha belirsiz hale getiriyor. Ben bu karmaşa arasında mekik dokurken bazen takılı kalıyorum bazı düşüncelere, bazen bir daha hatırlamamak üzere onları unutmak istiyorum onları. Hayatı yorucu kılan da bu; her saniye farklı düşüncelere kapılıp gitmek, düşünce denizinde sürüklenmek, hatta bazen boğulmak. Murakami’nin “Bir sürü şeyi düşünerek elli yıl geçirmek hiçbir şey düşünmeden geçen beş bin yıldan çok daha yorucu” (Murakami, 2018, s. 19) sözlerini hatırlıyorum, hayatı aslında yorucu kılanın kendim olduğum gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyorum. Hayatın bana öğretmeye çalıştığı şey belirsizliklere karşı koymak için düşünce denizlerinde çırpınmak değil de belirsizliklerle beraber sürüklenip giderken anı yaşamak ve yaşadığın her saniyeden keyif almak belki de.
Kitabın kapağını kapatırken hayatı bu denli yalın bir şekilde yansıtan yazara tekrar hayran kalıyorum. Sürekli değişen düşünceler arasında yolumu bulmaya çalışırken ve boğulmamak için bazı düşüncelerden kaçarken bu kitaba sığınıyorum. Hayatın keşmekeşi arasında kaybolmamaya çalışan tek kişi olmadığı bilmek beni rahatlatmakla birlikte yaşamdaki bazı olguları da yeniden sorgulatıyor bana. Fazla düşünmenin getirdiği kaygılarımdan sıyrılarak ana odaklanmaya çalışıyorum. Murakami’nin yalnızlık, aşk, kaybediş ve arayış çemberini yansıttığı bu kitap, birçoğumuzun hayat çemberinde yer alan olguları konu edinerek ruhumdan parçalar bulmamı sağlıyor aynı zamanda. Hayat da tıpkı bu kitap gibi değil mi? Sürekli bir şeyleri kaybettiğimiz, bazen bu kayıplara üzüldüğümüz, bazense sevindiğimiz olaylar çemberi. Çoğu zaman bir şeylerin arayışında olduğumuz, neyimiz eksikse ve neyi zamanında yaşayamamışsak onun peşinden koştuğumuz bir arayış serüveni. Bu arayış içinde yürüyüp giderken belirsizlikler ve düşünceler arasında kaybolmamayı diliyorum. Yaşadığım anı yaşamaya değer kılmaya çalışıyorum, hayatın benim için söylediği şarkıya kulak kesiliyorum. Hayat bu işte, bizleri belirsizliklere sürükleyen bir rüzgârda savruluyoruz, düşmemek için rüzgârın şarkısını dinlemek gerek.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yolların Özgürlük Çağrısı