Sayfalarını
çevirdikçe hem kendimi kaybettiğim hem de kendimi bulduğum bir kitabın sonuna
geldiğimde içime burukluk hissi yerleşiyor. Yazarın pamuk iplikleriyle
bağlanmış karmaşık düşünceleri arasında zaman zaman yolumu kaybetsem de kitaptaki
karakterlerin her birinde içimden bir parça buluyorum. Hayatın akışına kapılıp
gitmiş olan insanların öykülerini paylaşan yazar, aynı zamanda onların sürekli
olarak değişen düşüncelerini de yansıtıyor okuyucuya. Sahiden de öyle değil mi,
bu hayatın durmak bilmeyen akışında sürüklenip giderken her an farklı şeyler
dönmüyor mu kafamızda? Sürekli değişen düşünceler arasında savrulurken
yaşadığımızı ve hayatı yaşamaya değer kılan şeyleri unutuyoruz bazen. İşte hayat
rüzgârına kapılıp gitmişken boğulduğum düşünce
denizlerini bana hatırlatan ve yolumu bulabilmem için hayatın benim için
söylediği şarkıya kulak kesilmemi öğütleyen Haruki Murakami’nin Rüzgârın
Şarkısını Dinle adlı kitabı oldu.
Yazarın
anlık bir kararla oluşturmaya başladığı bu eser, yazıldıktan yıllar sonra basılmış.
Kitabın belirli bir konusunun olmaması ise olayların nerede, ne zaman ve nasıl
başladığını belirtmeden yaratılan belirsiz bir atmosferle sağlanmış. Raflarda
yerini almaya başladığı andan itibaren oldukça merak ettiğim bu kitapta,
Murakami diğer yazarlardan farklı olan üslubuyla ve yalın diliyle beni bilinmezliğe
doğru sürüklerken bir kitap nasıl hem bu kadar hayatın içinden hem de dışından olabilir
diye sorguluyorum. Bu noktada yazarın hayatın karmaşık döngüsüne dikkat çekmeye
çalıştığını ve okuyucuyu gelecekte ne olacağına takılmaktan çok anı yaşamaya yönlendirmek
istediğini düşünüyorum.
Kitabın
düzenli bir olay örgüsünün ve belirli bir sonunun olmayışı hayatın rüzgârıyla
herkesi farklı yerlere savurmasını yansıtıyor adeta. Kendimi kaptırmış olduğum
bu karmaşada hayallerim ve hayatın bana sundukları arasındaki koca boşlukları
fark ediyorum, ben kendi planlarımı yapmışken hayatın beni sürüklediği
noktalarda duraksıyor ve düşüncelerimle gerçek hayat arasındaki çatışmaya şahit
oluyorum. Hayat rüzgârı belirsizlik şarkıları söylerken yaşamımı daha karmaşık
kılıyor, ben düzensiz olay örgülerinin içinde kaybolmamaya çalışırken rüzgârsa
yaşamı değerli kılan ve belirsizlik içinde devam etmemi sağlayan duyguları
hatırlatıyor bana. Bu belirsizlik içinde belirli bir son arayışında olmanın ve
bu kaygılarla anı yaşayamamanın hayatın heyecanını kaçırdığını fark ediyorum,
tıpkı bu kitapta olduğu gibi.
Murakami
yirmili yaşlardaki bir gencin hayat serüvenini konu alırken yılların asfalta
düşen yaz yağmuru misali sessizce geçip gitmesini de vurguluyor. Kum saatinde yavaşça
süzülen kum tanelerinin değeri bilinmiyor çoğu zaman, artık her şeyin sonuna
gelindiğinde ve saati ters çevirme şansının olmadığını fark edince o tanelerin önemi
daha iyi anlaşılıyor. Hayat da tıpkı o kum taneleri gibi önemsiz gözüken
anlardan ibaret ve o anlar süzülüp giderken yaratmış olduğu kaygı, insanın
göğsüne geç kalmışlık hissi yerleştiriyor. “Her saat başı yaşlandığımı
hissediyorum” (Murakami, 2018, s. 64) ve bunun doğru oluşu beni anı yaşamaktan
alıkoyuyor. Kum tanelerinin süzülüşünü engellemek için elimden bir şey
gelmeyişi kaygılandırıyor beni. Bu noktada yazarın da benimle aynı kaygıları
taşıdığını fark ediyorum, gençken ve daha önünde uzun yılların beklediğini
düşünürken yaşlanma fikrinin kulağa ne kadar korkunç geldiğini düşünüyorum. Yüzleşmesi
zor olan gerçeklerden biri de bu; günler geçmek bilmezken yılların geçip
gitmesi, zaman kum misali ellerimden akarken anı yaşayamamış olmanın ardında
bıraktığı izlerle baş başa kalmak belki de.
Belirsizliklerin
arasında sürüklenip giderken düşünce çıkmazlarına giriyorum zaman zaman. Sona
giden yolda her an farklı düşünceler kafamda dolanıyor, hayatın belirsiz oluşu
beni daha da çok düşündürüyor, çok düşünmekse hayatımı daha belirsiz hale
getiriyor. Ben bu karmaşa arasında mekik dokurken bazen takılı kalıyorum bazı
düşüncelere, bazen bir daha hatırlamamak üzere onları unutmak istiyorum onları.
Hayatı yorucu kılan da bu; her saniye farklı düşüncelere kapılıp gitmek, düşünce
denizinde sürüklenmek, hatta bazen boğulmak. Murakami’nin “Bir sürü şeyi
düşünerek elli yıl geçirmek hiçbir şey düşünmeden geçen beş bin yıldan çok daha
yorucu” (Murakami, 2018, s. 19) sözlerini hatırlıyorum, hayatı aslında yorucu
kılanın kendim olduğum gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyorum. Hayatın bana
öğretmeye çalıştığı şey belirsizliklere karşı koymak için düşünce denizlerinde
çırpınmak değil de belirsizliklerle beraber sürüklenip giderken anı yaşamak ve
yaşadığın her saniyeden keyif almak belki de.
Kitabın
kapağını kapatırken hayatı bu denli yalın bir şekilde yansıtan yazara tekrar
hayran kalıyorum. Sürekli değişen düşünceler arasında yolumu bulmaya çalışırken
ve boğulmamak için bazı düşüncelerden kaçarken bu kitaba sığınıyorum. Hayatın keşmekeşi
arasında kaybolmamaya çalışan tek kişi olmadığı bilmek beni rahatlatmakla
birlikte yaşamdaki bazı olguları da yeniden sorgulatıyor bana. Fazla düşünmenin
getirdiği kaygılarımdan sıyrılarak ana odaklanmaya çalışıyorum. Murakami’nin yalnızlık,
aşk, kaybediş ve arayış çemberini yansıttığı bu kitap, birçoğumuzun hayat
çemberinde yer alan olguları konu edinerek ruhumdan parçalar bulmamı sağlıyor
aynı zamanda. Hayat da tıpkı bu kitap gibi değil mi? Sürekli bir şeyleri
kaybettiğimiz, bazen bu kayıplara üzüldüğümüz, bazense sevindiğimiz olaylar
çemberi. Çoğu zaman bir şeylerin arayışında olduğumuz, neyimiz eksikse ve neyi
zamanında yaşayamamışsak onun peşinden koştuğumuz bir arayış serüveni. Bu
arayış içinde yürüyüp giderken belirsizlikler ve düşünceler arasında kaybolmamayı
diliyorum. Yaşadığım anı yaşamaya değer kılmaya çalışıyorum, hayatın benim için
söylediği şarkıya kulak kesiliyorum. Hayat bu işte, bizleri belirsizliklere
sürükleyen bir rüzgârda savruluyoruz, düşmemek için rüzgârın şarkısını dinlemek
gerek.
- Murakami, H. (2018). Rüzgârın Şarkısını Dinle (1. Baskı). İstanbul: Doğan Kitap Yayınevi.
- https://www.kitapyurdu.com/kitap/ruzgarin-sarkisini-dinle/461796.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder