18 Haziran 2020 Perşembe

Yolların Özgürlük Çağrısı


D&R - Kültür Sanat ve EÄŸlence Dünyası               Into the Wild - film 2007 - Beyazperde.com

İnsanı yollara düşüren yolun sonu değil, yolun kendisidir bazen. Belki de sadece gitme düşüncesini seviyorumdur, gitmeyi kalmaya tercih ediyorumdur çoğu zaman. Bundandır ki hayatın bana zor gelmeye başladığı zamanlarda kaçma dürtüm uyanır. Zamanı bir süreliğine durdurup kendimi dinlemek isterim, ta ki hayata geri dönecek gücü kendimde bulana kadar. Her ne kadar istesem de benim zamanı durdurma gücüm yok, ancak yolların var. Yoldayken hayat durur benim için, anı yaşama heyecanı bana zamanı neden durdurmayı istediğimi unutturur. Kendimi bulmaya en çok da yollardayken yakınımdır, çünkü yolculuklar bana gerçekte kim olduğumu hatırlatır. Yollar bazen hayatın hırçın denizlerinde sığınacak bir liman, bazen de doğaya kaçış hayallerimin öncüsüdür benim için. Yollarla ilgili bu karmaşık düşünceler arasında kaybolduğum bir filmin etkisinden aradan aylar geçtikten sonra bile çıkamıyorum. Hayat öyküsünü hayranlıkla izlediğim Christopher McCandless’ı konu alan ve her aklıma geldiğinde yollara düşme isteğimi alevlendiren film ise Into the Wild (Yabana Doğru) oluyor.
Üniversiteden mezun olduktan sonra Amerika’da şehirler arası seyahate başlayan berduş McCandless’ın tecrübelerinin yansıtıldığı Into the Wild, en sevdiğim filmlerin de başında geliyor. Filmi bana bu denli sevdiren ise ana karakterin film boyunca yaşadıklarıyla izleyiciye özgürlük duygusunu sorgulatması oluyor. İsteklerimizi gerçekleştirmediğimiz, hayallerimizin peşinden koşmadığımız bir dünyada özgür müyüz gerçekten? Film beni sorularla baş başa bırakmakla birlikte benim bu hayatta yaşamak isteyip de yaşayamadıklarımı tecrübe eden birilerinin var olduğunu göstererek de kendini sevdiriyor. Belki de birçoğumuzun heveslendiği ancak cesaret edemediği doğaya kaçışı konu alarak hayattaki önceliklerimi sorgulatıyor bana. Into the Wild, çoğu kişinin derinlerde hissettiği bu gitme isteğinin hayata geçirilebileceğini kanıtlarken bunun biraz cesaretle mümkün olabileceğini ve bu kaçışın geç kalmışlık duygusuyla engellenemeyeceğini vurguluyor, çünkü insanın içinde hayallerini gerçekleştirebilecek güç varsa hiçbir zaman geç değildir ve “Yalnızca çok uzağa gitme riskini göze alanlar, yaşamda nereye kadar gidebileceklerini öğrenebilirler.”
Zaman zaman hırçın denizlerle olan kavgamı bırakıp güvenli limanlara sığınma isteği uyanıyor içimde. Hayatın hızlı akışında çoğunlukla dinleyemediğim duygu ve düşüncelerime kulak kabartıyorum böyle zamanlarda. Her şeyi arkamda bırakıp yeni hayatlara yelken açma gibi kıyıda köşede kalmış hayallerimin yükselen seslerini dikkatle dinliyorum, çünkü hayatta olduğumu en çok yollardayken hissediyorum ve hayatı yaşamaya değer kılan ne varsa yollarda buluyorum. Bilinmezliğe doğru yürümenin, yeni yerler keşfetmenin, farklı kültürlerle ve insanlarla tanışmanın beni heyecanlandıran tarafı filmle birlikte canlanıyor. Bu noktada hayatımı değiştirmek için her zaman bir şansım daha olduğunu hatırlıyor ve şu an olduğumdan daha özgür olabileceğimi fark ediyorum. Kendi doğaya dönüş öykümü henüz yazamamış olsam da McCandless’ın öyküsü bana bu konuda cesaret veriyor. Belki bir gün ben de her şeyi göze alıp bu yola çıkabilir ve benliğimi bulma uğruna yollarda kaybolabilirim diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi.
Özgürlük yalnızca dört duvar arasına kısılıp kaldığımızda aklımıza gelen bir kavram olmamalı, çünkü özgürlük fiziksel bir kısıtlama demek değildir her zaman. Ümitsizliğe kapılıp da gerçekleştiremeyeceğimizi düşündüğümüz hayallerle istemediğimiz bir hayatı yaşayarak da özgürlüğü kendi ellerimizden alıyoruz bazen. Yaşayabileceğimiz başka hayatların da var olduğunu görmezden gelerek kendimizi sıradan bir hayata mahkûm edebiliyoruz. Oysa özgürlük düşüncelerle gelir, hayallerinin peşinden koştukça özgürdür insan. Yapamayacağını sandığı şeyleri yaparak ve kendi gücünün farkında olup istediği yolda yürümeye devam ederek zincirlerini kırabilir ancak. İşte Into the Wild bu noktada bana özgürlük kavramını sorgulatarak gerçek özgürlüğe hayallerimin peşinden koşmakla ulaşabileceğimi gösteriyor. Film aynı zamanda hayallerime giden yolda yürüyebilmemin ise yalnızca içimdeki gücü fark etmekle mümkün olduğunu vurguluyor, ne de olsa “Yaşamda asıl önemli olan ne kadar güçlü olduğun değil, kendini ne kadar güçlü hissettiğindir.” Eğer hayaller yollara düşüp kendini bulmaksa özgürlük ancak bu yolda kendi gücünün farkında olarak yürümekle bulunabilir.
Film bana mutluluğa ve özgürlüğe her zaman ulaşılabileceğini de düşündürtüyor aynı zamanda. İnsan, kendini karamsarlığa iten geç kalmışlık duygusundan sıyrılarak istediği yolda yürüyebilir, hayallerini gerçekleştirebilir ve özgür olabilir. O yollar sadece bizim yürümeye gönüllü olduğumuz yollarsa çiçeklenir çünkü, istemediğimiz bir hayatı yaşamak taşlarla dolu bir yolda çıplak ayakla yürürcesine acı verir bizlere. O çiçekli yollara dönmek için hiçbir zaman geç değil, yeter ki insan kendinde o hevesi bulabilsin ve hayallerinden vazgeçmesin, çünkü hayatın anlamı yalnızca hayallerinin peşinden koşan insanlar tarafından anlaşılabilir.
Into the Wild bana fiziksel olarak özgür olmamın gerçek özgürlük olmadığını fark ettiriyor. İsteklerimin peşinden koşmanın ve hayallerimi gerçekleştirme arzusuyla yola çıkmamın beni özgürlüğe ulaştıracağını filmle birlikte fark ediyorum. Benim için özgürlük tıpkı McCandless gibi yollara düşmekten geçiyor ve bunu gerçekleştirme arzusunun hep içimde yanacak olan bir ateş olduğunu biliyorum. Daha çok başında olduğum bu hayatta, hayallerimin iplerine sıkı sıkı sarıldığım sürece mutlu ve özgür olabileceğimi fark ediyorum, çünkü biliyorum: “Mutluluk uçsuz bucaksız ormanlardadır, bomboş sahillerdeki coşkudadır, insan elinin değmediği bir yerdedir, denizin diplerinde ve gürlemesindedir.”




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yolların Özgürlük Çağrısı